Türkiye'de iktisadî problemlerin kaynağı halkın tüketim alışkanlıkları.
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
Halkın tüketim tasavvurunu 3 hareketinde gözlemleyebiliriz:
1) Evlenirken (düğünde). Muhafazakârdır ama "ringo ringo şişeler" eşliğinde oynamaktadır.
Halkın tüketim tasavvurunu 3 hareketinde gözlemleyebiliriz:
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
2) Evlenirken (konut almıştır). Evine debdebeyle yerleşir. Kullanım ömrü bitmeyen eşyalarını atar, bir saray yavrusu döşer.
Halkın tüketim tasavvurunu 3 hareketinde gözlemleyebiliriz:
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
3) Evine komşu-dost kabul ederken: Mevkisi yüksek, parası bol kişilerle beraber olmayı tercih eder. Bu nedenle "komşusu açken" şeklinde gelen hadisin muhatabı olmaz. Zira fakir komşu istemez. Bu aslında komşusuzluktur.
Kur'an'da "saf saf dizilirler" ayeti vardır.
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
Çoğu yorumcu "saf tutmak, kardeşlik ve eşitlik demektir" tevilini esas alır.
Gerçek bu değildir. Saf tutmak "aynı hedef için zengin ve fakir olarak kitlendik" demektir.
Osmanlı ev-menzil-mahalle tasavvurunda kefalet müessesesi nedeniyle bir mahalleye girmek doğumla, çıkmak ölümle olabilirdi.
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
Biri zengin olmuşsa "zenginlerin mahallesine" taşınamazdı. Zira Osmanlı'da zenginler mahallesi yoktu.
Osmanlı mahallesine girebilmek doğum dışında sadece kefalet müessesi ile gerçekleşebilir.
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
Mahalleden 2 kefil sizin mahalleye girişinize onay vermelidir.
Bu nedenle mahallede fakirin itibarı yüksektir.
Mahallede zengin bir aile, tüketim alışkanlıklarını fakirlere göre belirlemek zorundaydı.
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
Göstere göstere tüketim yapamazdı. Zira "göz hakkı" vardı. Mahallede fakir kişilerin gönlü acımasın için zengin adam malını doyasıya yiyemezdi.
Zengin adam evini satmaya kalksa onu mahalle sakinlerine satmaya mecburdu. Aksi halde dışarıdan birine satış mahalleli tarafından iptal ettirilirdi. (Şufa hakkı).
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
Bunun anlamı şudur. Osmanlı-Doğu toplumunda sınırsız mülkiyet hakkı yoktur.
Osmanlı eğer bir beldeyi fethetmişse o bölgeye nüfus sek ederdi.
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
Sevk edilen (iskan politikasıdır) nüfus, mahalle halinde alınıp o beldeye götürülür.
Bazı öahalleler yatırlarını dahi götürmüştür. (Yahya Kemal şunu demiştir: Biz ölülerimizle yaşayan bir milletiz.)
Ziya Osman Saba'nın şiirlerini okuyanlar da bilirler ki şair sadece eşiyle değil vefat etmiş anne-babasıyla birlikte yaşar. Bu, 1000 yıllık tarihle yaşamak demektir.
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
Ölüm ve dirimin mahalleyi belirlediği bir toplumda tüketim yapamazsınız.
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
Zira sabah ve akşam ölüleriniz size "mal sahibi, hani bunun ilk sahibi" der.
Bu nedenle Osmanlı toplumunda vakıf kültürü yayılır.
Günümüz kentleri yatır-ölü kabul etmeyen sokaklara sahiptir.
Vakıf kelimesi "durmak" demektir.
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
Otomobil ise hız yapmak, sürat yapmak demektir.
Halkımız duranlar (vakfedenler) ile hız yapanlar (yarışanlar) olmaklıktan ikincisini seçti.
— lütfi bergen (@BergenLutfi) 14 Ağustos 2018
Bu nedenle mekân hafızası da yoktur. Bugün aldığı konutun borcu bitince yeniden borçlanacak ve başka komşular edinecek. Tüketim zehri damarlarında dolaşmaktadır.