ANADOLU GENÇLİK 241. SAYI ŞUBAT 2020
Kapak: Sağlık Endüstrisi ve Geleneksel Tıp
Editör: Modern tıbba bağlılığın perdelediği geleneksel yöntemlerin canlanışına şahitlik ediyoruz. Ancak bu canlanma da özellikle bitkisel tedavilerle ilgili olarak belirli bir meblağ birikimine bağlı biçimde suiistimale açık durumda.
Libya Tezkeresi/Muhammet Fatih TETİK UGSAM-Araştırmacısı
Libya’nın iç işlerini, yapısını, kozmopolitliğini bilmeyen askerimize karşı kamuoyu nezdinde Amerikan askerlerininki gibi bir görüntü hâsıl olur ve bize de medenî anlamda düstursuzluk olarak atfedilir ve imajımız çizilir.
Kontrollü Gerginlik Çıkmazı: Kasım Süleymani Suikastı ve Küresel Tesiri/Fatih YONCALIK-UGSAM Araştırmacısı
İran-ABD arasındaki 40 yıllık kontrollü gerginlik, kontrolsüz davranışlarla kontrolden çıkma eğilimi göstermektedir. Bugün Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ne son ne de bir başlangıçtır. Lakin Donald Trump’ın Obama dönemine nispetle bu gerilimi daha çok artırdığı dikkatleri çekmektedir. İran tarafından yapılan açıklamalarda ise Trump ile hiçbir zaman masaya oturulmayacağı vurgulandığından şu an için 2020 Amerika seçimlerinin beklendiği söylenebilir.
Mişustin’in Başbakanlığı: Rusya Bilgi Teknolojilerine Yöneliyor/M. Kadir ATASOY
Önde gelen yayın organları Mişustin’i vergi memurluğundan geliyor diye küçümsüyor. Onunla ilgili ıskalanan şey bürokratlığından öte bilgi teknolojileri ve sistem mühendisliği perspektifi. Moskova Devlet Teknoloji Üniversitesi STANKİN mezunu olan Mişuskin vergi gelirlerini teknoloji yardımıyla artırdı. Putin’in onu başbakanlığa getirmesinin arka planında ülkesini yeni teknolojiler alanında istediği yere taşıma arzusu yatıyor.
Doğu Türkistan Bizim Neyimiz Olur?/İsmail Mansur ÖZDEMİR
11 Eylül sonrasında değişen terör algısı konusunda büyük güçler bir işbirliği içerisinde hareket etmektedir. Tüm bölgesel ve küresel işgâl hamleleri için yeni terör perspektifi bir ön alıcı mekanizma olarak kullanılmaktadır. Çin Devleti de Doğu Türkistan’daki Müslüman toplum için terör ve terörist yaftalamasını rahatlıkla kullanmaktadır.
Bağlayıcı anlaşmalar, ekonomik pragmatizm, küresel propaganda oyunları ve Çin asimilasyonu karşısında ezilen bir kardeş halkın derdine derman olamayacak kadar prangalarla kendimizi bağlamış durumdayız. Çin’in bu zulmüne karşı diplomatik ve siyasi tavrımızı koymak tarihin bize yüklediği bir vecibedir. İşte o zaman “Doğu Türkistan kardeşimizdir, Doğu türkistan bizimdir!” diyebiliriz.
Diyanet Faize Yol Buldu/Yunus EKŞİ
Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulundaki direnenlere rağmen faize cevaz verildi. Oysa DİYK, 28 Şubat sürecinde bile başörtüsü ile ilgili çok büyük baskılara maruz kalmalarına rağmen dik durmuş ve “başörtüsü Allah’ın emridir” ifadesinden asla şaşmamıştı.
Diyanet’in fetvasındaki “Bir zaruret bulunmadıkça faiz almak da vermek de caiz değildir” ifadesi yanlıştır. Bu fetva ile faize yönlendirilen insanların ne gibi bir zarureti olabilir? TOKİ alıcıları bankaya yönlendirmektedir. Bankaların faizsiz/kâr paysız işlem yapası mümkün değildir. Devlet vatandaşa yardım etmek istiyorsa bunu itibari paralar değil, mal paralar (altın, gümüş) üzerinden yapabilir. Diyelim ki bir evin fiyatı 600 gram altın ise alıcıher ay 10 gram altını devlete verebilir.
Merak ediyorum; Toplumu habis bir ur gibi saran rüşvet, gasp, emeğin karşılığı, İstanbul Sözleşmesi, gibi toplumu hızla çürüten konular varken bu mevzuya niçin girdiniz? Hiçbir şekilde müdahil olmamanız daha iyi olurdu.
Tıbbın Alternatifi Olur mu?/Esra AKSOY
18. Yüzyılda tıp alanında ortaya çıkan bilimsel gelişmelerin kapsayıcı bir paradigma ortaya koyamaması ve yeni bulunan tedavilerdeki bazı uygulamaların girişimsel ve radikal olmasının halkın hekimlere olan güvenini azaltması bu süreçte üretilen bilginin de sorgulanmasında önemli rol oynamıştır. Bundan dolayı 18. Yüzyıl birçok alternatif tıp uygulamalarının ve ekollerinin altın çağı olmuştur. Sonrasında ise modern tıp benimsenen alternatif tıp uygulamalarını kendisine eklemleyip kontrol altında tutmuştur. Kapitalist sistem için en büyük mutluluk modern tıbbın oluşturduğu ilaç sektörünün yanında modern tıp karşıtlarının oluşturduğu geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarına yönelik üretim sağlayan ikinci bir sektördür.
Modern Tıbbı Eleştirmek/Ömer KANTARCI
Ülkemizde modern tıbbın bazı uygulamalarına, tedavi yöntemlerine şüphe ile bakmak ya da bazı yönlerini eleştirmek neredeyse büyük günahlardan sayılıyor. Çünkü halen ülkemizde modern tıp/bilim sorgulanamaz bir konuma sahip. Oysa modern tıp/bilim insan ürünüdür, içinde yanlış/hatalı bilgileri barındırması da olağan bir şeydir.
Küresel sistem her şeyi kritik etmemizi, ezberleri bozmamızı, eleştirmemizi salık verirken kendi iktidarını zarara uğratması muhtemel sorgulamaları ise hemen menfi propaganda yaparak şeytanileştiriyor, engellemeye çalışıyor.
Sağlık alanında yaşadığımız problemleri çözmek için gelenek ile irtiabata geçmek gerektiğine inanıyoruz. Geleneksel tıp ve nebevî tıp alanında yapılacak titiz çalışmaların konvansiyonel tıbbın eksik yanlarını tamamlaması imkân dahilindedir.
Tıbb-ı Nebevi Hadisleri/Doç. Dr. Halil İbrahim KUTLAY
Sevgili Peygamberimizin (S.A.V.) sağlık, hastalık, koruyucu hekimlik, şifa duaları, şifalı bitkiler ve tedavi metotlarıyla ilgili tıbbî tavsiyelerine “Tıbb-ı Nebevî” denilmektedir.
Tıbb-ı Nebevî Hadislerinde cahiliye döneminin yaygın batıl ve hurafe tedavi şekilleri reddedilmiş, tıp konusunda insanlık için ufuk açıcı tavsiyeler ortaya konulmuştur. Tıbb-ı Nebevî hadisleri, modern tıbbi bilgilerle örtüşen, kimi tamamen vahiy mahsulü mucizevî ifadeler, kimi de vahiyle desteklenen ölçü ve tavsiyeler olarak değerlendirilmiştir.
Hekimlik Geleneğinden Doktorluğa/Uzman Dr. Aksanur GÖKÇE
Modern tıp uygulamalarından önceki dönemlere baktığımızda Osmanlı Devleti’nde hekimler darüşşifalarda ve tıp medreslerinde yetişmekteydiler. Yetişecek hekimlerin tıbbî bilgi donanımına sahip olmasına özenildiği kadar kişilik özelliklerine ve ahlakî güzelliklere sahip olmasına da özenilmiştir.
Darüşşifa vakfiyelerinde bir hekimde bulunması gereken ahlakî özellikler maddeler halinde belirtilmişti. Bu maddelere göre bir hekim, kanaatkâr, alçakgönüllü, merhametli, itidalli, yürüyüşünde bile ölçülü olmalıydı. Uygulayacağı tedavilerde cesur davranmalıydı. Şifanın Allah’tan geldiği, hekimin bir vesile olduğu inancı yaygın olduğundan hekimlerin ibadetiyle Allah’a yaklaşmış dindar kimselerden olması tercih sebebiydi.
Geçmişi Şimdinin İçinden Süzerek Geleceğe Taşımak/İbrahim VELİ
Geçmişi çözümlemek ve geleceği öngörmek için vaktin çocuğu olmak gerekiyor. Bu yolculuk bilmek, bulmak ve olmaktır.
Çözüm arayışının arttığı günümüzde, ifadelerden istifadelere kapı aralamak adına üç boyutlu bir bakış açısına ihtiyaç var: Yorum, görüyorum, öngörüyorum. Yorum, sonuçlara sebep uydurmaktır. Önemli olan, sorunların gerçek sebebini görmektir. Çünkü ancak gerçek sebepleri görenlerin öngörüleri gerçek çözüm olabilir. Durduğu yeri, gideceği yönü ve çözüm metodunu bilenlerin öngörüleri her zaman tutmuştur ve tutmaya da devam edecektir.
Millî Görüş’ü Nasıl Anlatmalıyız?/İsmail DURUER
Biz müminler sözümüzü söylerken güzel, yumuşak ve tatlı söylemeliyiz. Erbakan Hocamız çok kibar, latife yapmayı seven birisiydi. Çünkü Erbakan hocanın rehberi Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in (S.A.V.) sünnetiydi.
Bir Millî Görüşçü öncelikle cümlelerini güzel seçmelidir. Sözlerini bala bandırıp söylemelidir. Bal arısı nasıl bal alırken çiçeğe zarar vermiyorsa biz de çevremizdeki insanlara karşı nazik, zarif ve latif olmalıyız. Millî Görüşçü, sözünün nereye gideceğini bilmeli, başka anlamlara çekilebileceğini hesap etmelidir. Bunun için feraset ehli olmak gerekir. Ferasetli olmak içinse haram lokmadan kaçınılmalıdır. Bilgi sahibi olunmalıdır. Çünkü bir konuda ferasetli bir karar vermek için olayın bütün yönlerini bilmek gerekir. Yine ferasetli olabilmek için nefsani davranmaktan kaçınılmalı, harama bakmaktan uzak durulmalı ve gerçeğin, hakikatin peşinde olunmalıdır.
Yalta Toplantısını Özlemek/Bilali YILDIRIM
Türk siyasi hayatında “Yeni” diyebileceğiniz tek oluşum, hareket Millî Görüş’tür. Millî Görüş’ü diğerlerinden ayıran en önemli özellik kendi yolunu açması, kendi kavramlarını üretmesidir.
Din yani İslâm, Millî Görüş geleneğinin dinamiğidir. İslâm, kötülük ortaya çıkmadan önlem almayı düstur edinmiştir. Mecelle’nin meşhur kaidesidir; kötülüğü ortadan kaldırmak iyilik yapmaktan önce gelir.
Kime sorsanız dünyanın şimdiki hâlinden memnun olmadığını söyleyecektir. Hadi değiştirelim dediğinizde ihtiyaç duyacağınız şey bir yol haritasıdır. Tüm insanların refah içinde yaşabileceği, hak ve adalet merkezli bir siyaset... Yeni ve adil bir dünyayı inşa etme hedefi olan tek adres ise Millî Görüş. Buna yürekten inanan ve neye inandığını bilen kadrolarla Yeni Bir Dünya’yı kurmak hayal değil. 2. Yalta Toplantısını özlemek ve bu uğurda ter dökmek gerekli sadece.
Devrimin Ayak Sesleri/Faysal ÇEKER
Yeryüzünde herhangi bir coğrafyada veya devlette insan eliyle kurulmuş herhangi bir sistemde zulüm baş gösterip hak ve hukuk çiğnendi mi devrime kapı aralanmış demektir.
Aristoteles, “zalimlik ve kâr sağlama dürtüsünü” devrimlerin genel bir nedeni olarak görmektedir. Ona göre özellikle siyasal iktidarı elinde bulunduranlar, zalim olup bir de kendilerine kâr sağlamaya kalkışınca, hemen anayasayı değiştirmeye girişirler.
Necmettin Erbakan, 2009 yılındaki bir konferansta Irkçı Emperyalizme dayanan kapitalist sistemi “sömürü düzeni” olarak nitelemiş, temelinde hak ve adalet olmayan bu düzenin sonunun yaklaştığını belirtmiştir. Erbakan’a göre “zaman yeni bir devrime gebedir” ve mazlum dünyanın merkezinde olan İslâm dünyasında “coğrafî uyanış”, “sosyal uyanış”, ve “şuur bakımından uyanış” başlamış bulunmaktadır. Tüm yaşananlar “Hakk’ı üstün tutan yeni evrensel bir medeniyetin” doğum sancısı gibidir.
İnsanlık Ümmeti/Muhammet ESİROĞLU
Irkçı emperyalizmin kurduğu ifsat dünyası ancak bir avuç azınlığın mutluluğunu amaçlıyor ve bu azınlık kendi menfaati için arzın üzerinde var olan her şeyi tahrip etmekte bir sakınca görmüyor. İnsanlığın bu felaketten kurtulabilmesi için yeni bir dokunuşa ihtiyaç var. Bu dokunuşun görünen istikameti Müslümanların duruşunda yatmaktadır. Her ne kadar günümüzde Müslümanlar fiilî olarak böyle bir gücün varlığını gösteremese de bilkuvve olarak bu inancı zinde tutuyorlar.
Müslümanlar olarak yapmamız gereken öncelikle bir duruş inşa edebilmektir. Sonra bu duruş eyleme dönüştürülmelidir. Bunun için birlikte hareket edebilmek yani birlikte düşünebilme ve yaşayabilme iradesini ortaya koymak gerekiyor.
Âlimlerimiz ümmet kavramını açıklarken ümmet-i icabet (İslâm davetini kabul etmiş) ve ümmet-i davet (İslâm’ın davetini henüz kabul etmemiş olanlar) diye ayırmışlardır. Mekânsal birliktelikler, kalbî ayrışmalar olduğu sürece toplumsal bütünlüğü sağlayamaz. Aidiyetin sağlanabilmesi için farklı bir kavramsal çerçeveye ihtiyacımız vardır. Tam bu noktada ümmet kavramına olan kapsayıcı bakış açısı önemli bir işlev görür. Bu ümmet anlayışı aynı coğrafyada yaşayan insanların aynı kaygıyı paylaşmasını ve aynı sorumluluğu hissetmesini sağlayacaktır. Dünyadaki ırkçı emperyalizmin emellerine karşı bir güç olmak istiyorsak bu sorumluluğu dalgalar halinde tüm mağdur ülkelere taşımak zorundayız. Ancak bu şekilde bir direniş ve diriliş hattı oluşturulabilir.
Küresel Sistem ve Müslüman/Abdurrahman İhsanoğlu
Küresel sistem dünyadaki güç odaklarını yöneten merkezî kuvveti ifade eden bir kavramdır. Bu sistem bilimden teknolojiye, istihbarattan sağlık sektörüne, tarımdan eğlenceye, silah ve savunma sanayisinden kültüre kadar neredeyse her şeyi kontrol altında tutan bir yapı inşa etmiştir.
Klasik sömürü döneminde, fiziken dünyanın birçok coğrafyasını sömüren Batılılar, modern dönemde “küresel sistem” üzerinden ideolojilerini, hukuk sistemlerini dayatmayla birlikte dünya halklarına etnosentrik bir karakterle yaklaşarak kendi üstünlüğünü ve kibrini dayatmaktadır.
Küresel sistem kitlelere, organize olan gruplara ve devletlere yönelik farklı farklı stratejiler belirlemektedir. İslâm dünyası’nda ise modern dönemde ortaya çıkan İslamî hareketler veya geleneksel kodlar taşıyan yapılar olması fark etmeksizin tüm grupları manipüle etmeye çalışmaktadır. İslamî yapı ve çevreleri kendisiyle anlaşmaya mecbur etmekte, anlaştığı kesimleri destekleyerek kendileri için zararsız hâle getirmektedirler.
Özetle küresel sistem, kitleleri coğrafyasına göre ya fakr-u zaruret, hastalık, açlık-susuzluk ile ya da tüketim ve eğlence ile manipüle edip yönlendirmekte kendi derdinin, hevâ ve hevesinin dışında bir şey düşünmeyen insanlar hâline getirmektedir. İslamî akımlara yönelik olaraksa onları kendi kodlarından uzaklaştırıp küresel bir yapı olmaya mecbur etmekte, bunu kabul etmeyenleri yok etmeye çalışmaktadır.
Peki bu güce teslim mi olacağız? Hayır; Allah bize yeter! O ne güzel vekîldir.